Bir düşüncenin hayata geçirilmesine yönelik kararın ortaya çıkması, –AN- diye tabir
ettiğimiz en kısa zaman diliminde gerçekleşir ve asıl meşakkatli süreç olan fikri olgunlaştırıp,
eylem planını da hazırladığımızda, artık sıra adım atmaya gelmiştir.
Fakat hayatın olağan akışı içinde öyle “fikretme” durumları vardır ki; o fikre ait her
durumu ve olasılığı, yapılması gereken davranışı, alınması gereken tedbiri beynimiz
kendiliğinden alır ve bazen farkında dahi olmayıp bu kadar stratejik ve planlı davrandığımızı.
Hayatımızda hepimizin hemen her gün karşılaştığımız ve fark etmeden gerçekleştirdiğimiz bu
beceriyi kelime ile anlatmak biraz karışık gelebilir fakat örneklendirince ne demek istediğim
daha iyi anlaşılacaktır.
Örnek vermek gerekirse, araç trafiğinin yoğun olduğu bir caddede kaldırımsız bir yol
kenarında yürürken, henüz yanınızdan bir araba geçmese de, siz arabanın size zarar
vermeden geçebileceği kadar bir mesafeyi hesaplayarak, arabaya gerekli genişliği sağlar ve
ona göre pozisyon alırsınız. Sizin hiç fark etmeyeceğiniz kadar basitlikle gösterdiğiniz bu
beceri aslında yaşamın içinde edindiğiniz bilgileri ve pratikleri uzun zaman sürekli
tekrarlayarak bugün artık kendiliğinden yaptığınız önemsiz işlevler haline gelmiştir. Yürümek
gibi… Bebeklerin yürüyebilmek için verdiği çabayı, ne çok düşüp kalktıklarını düşünsenize,
ama sonrasında üzerinde durmaya dahi değmeyecek otomatik olarak gerçekleşen bir eylem
halini almıştır…
Dolayısıyla, hayatta yaşadığımız deneyimler topluluğu da dağarcığımızda
oluşturduğumuz bir kütüphane misali her türlü bilgiyi barındırır ve bu bilgiler -doğru yada
yanlış fark etmez- ve yeri geldiğinde kendiliğinden ortaya çıkar. Biz istesek de istemesek de
Lakin bir söz vardır “köprüden atlayacaksanız suyun derinliğinden emin olun” diye… Bir
düşünceyi hayata geçirmeden evvel mutlaka doğru bilgi sahibi olmak gerekir, doğrudan
dağarcığımızda yer alan ve içinde “kötü deneyimlere bağlı” yanlış bilgilerin de barındığı
kütüphaneye güvenerek yanlış bilgilerle yola çıkmamak için… Ki bilgiye ulaşabilirlik arttıkça,
bilgi kirliliğinin de arttığını bilerek, karşılaştığımız bilgilerin doğruluğunu ve yanlışlığını da ayırt
etmek adına edindiğimiz bilgileri de farklı kaynaklardan teyit etmek çok önemlidir.
Kendimden yola çıkarak söylemem gerekirse; Bir bilginin yaşamımıza dahil olması, o
bilginin ortaya çıktığı duruma yakınlığımızla ilgilidir. Çocukluktan bu yana, dağarcığımızda
bilgi ile doldurulmak üzere yer alan kutucukları, yaşam içindeki tecrübelerimizle edindiğimiz
bilgilerle dolduruyoruz. Ki bu bilgilerin çoğunluğu da “mantık süzgecinden geçirdiğimiz”
bilgiler olmayıp, “toplumda genel kabul görmüş ve bu nedenle gerçekliği yada akılcılığı
tartışılmadan söylenegelen” bilgilerdir.
Ve bu genel kabul görmüş düşünceye dayalı olan bilgi –ki aslında gerçekte bir bilgi de
yoktur ortada, bir inanış, bir düşüncedir sadece- yaşantımızda artık genel geçer bir “doğruluk
payesi” kazanır ve bu kökleşmiş inanışı değiştirmek artık çok zordur.
Dikkat edin; Kişisel Gelişim Eğitimlerinin tamamında, “gelişimi hayata geçirmenin,
belirli pratikleri tekrarlamakla mümkün olduğu ve tekrarlanmayan bilginin/pratiğin
beklediğimiz değişimi sağlamayacağı ve bir müddet sonra artık o bilginin de gerçekliğini
yitirmeye başlayacağı” önemle vurgulanır. Çünkü gerçekten de tekrar edilmeyen bilgi ve
davranışlar bir müddet sonra hayatımızdan çıkar.
“Aslında bu söylediklerim, herkesin bildiği şeyler,,, fakat problemin kendisi de bu
zaten; Bilmek, bilgiyi hayatımıza katmaya, eylemlerimize yansıtmaya yetmiyor. Bu bilginin
eylemlerimizde süreklilik kazanması, bilgiyi pratiğe dökmekle ve bu pratikleri de
tekrarlamakla mümkün oluyor.
Comments